17 Şubat 2014 Pazartesi

BURGAZADA

Güzel bir pazar gününü evde oturarak değil, temiz hava da, nefes alarak bitirmek lazım, diye düşünerek; kardeşim, arkadaşım ve ben adaya gitmeye karar verdik. Fark ettim ki; biz Burgazada' ya hiç gitmemiştik.

Burgazada, Prens adaları içinde yer alan, büyüklük olarak 3.sırada bulunan, Rumlardan çok Yahudilerin yaşadığı,  ormanı, ahşap köşkleri ve sahiliyle, Heybeliada ve Kaşık adası manzarasıyla muhteşemdir.


Önce tramvay ile Kabataş' a oradan da vapura binip, Kadıköy'e uğrayarak, 1 saat 20 dakika da adaya vardık. Mis gibi temiz hava, sakinlik, deniz. Çok doğru bir tercih yapmıştım.




Bizimkiler bisiklete binmeye karar verdiler. Ben kullanmayı beceremediğim için bıraktım. Düştüm yola, başladım fotoğraf çekmeye.
Yürüdükçe açılıyordum, nefes aldığımı hissediyordum.
Köşede duran faytonları izledim, rengarenktiler.





Onları fotoğraflarken, orta yaşlı bir adam geldi yanıma.
 ''Haydi, sen kullan faytonu. ben çekerim fotoğraflarını''




Sahile doğru yürüdüm. Sait Faik Abasıyanık heykeli vardı. Çağdaş Türk Edebiyatının önemli yazarı, hayatının bir bölümünü burada geçirmiştir ve evi de müze haline getirilmiştir.


Köpekler, kediler, kargalar ve kuşların bir arada olan arkadaşlığı güzeldi. İnsanların yapamadıklarını yapıyorlar, diye düşünmeden edemedim.

Sonra ara sokaklara girerek yapıları inceledim. Köşe de tek erkek berberi ''Kibar berber'' in bile dükkanı çok şirindi.



Dar bir sokaktan içeri doğru yürüdüğümde, Kızılay, Cem Evi, çay bahçesi vardı. Bahçedeki ağaçta sallanan mandalinaları almak istesem de, izinsiz koparamadım.



İleriye doğru gittiğimde bu eve de bayıldım.. Tek katlı, müstakil ve çok güzeldi. İstanbul yaşantısında alışmıştık, binalara, daracık sokaklara, dip dibe evlere. Ben aslında böyle bir yerde yaşamak istiyordum.





Kiliseyi gördüm. Dış cephesinin albenisi de güzeldi yani. İçeriye girdim, kimse yoktu. Mumu aldım, yaktım ve dileğimi diledim.





Bir köşk çıktı karşıma. Eski insanları, kalabalık aileleri düşündüm. Güzeldi yaşam.






Sokakta gördüğüm adanın yerlileri, gülümseyerek ve iyi günler diyerek yanımdan geçiyordu. Sokaklar sakindi, benim gibi gelen bir kaç yerli turist dışında kimse yoktu.



Renkli merdivenleri burada da buldum.




 Palmiye ağaçları ve kozalaklar, benim için doğada olmazsa olmazlardır. Hele palmiye görüntüsünün çevreyi inanılmaz değiştirdiğine inanıyorum.


Bizim kızlar geldiler, yürüyüşe beraberce devam ettik. Ara sokaklarda kaybolduk, merdiven çıkıp mahvolduk :) Karides ayıklayan gençleri izledik. Yapmaya cesaret edemedim, izlemesi daha zevkliydi.






Bahçede gördüğümüz atları ziyaret ettik ama bizim kıza pas vermediler. 
Şekerimiz olmadığı için olabilir mi?



Ve çok acıktık.
Güzel bir balık yemeyi de hak ettik. Hamsi, sarı kanat ve mezgit, yanına da güzel bir yeşil salata.
Haydi afiyet olsun bizlere. Çardak gittiğimiz mekanın adıydı, tavsiye ederim. Denizin dibinde, güzel bir sohbet eşliğinde yedik yemeklerimizi, Tabi ki de misafirlerimiz vardı. Sokak köpeklerine ikram etmezsek olmazdı.



Yemekten sonra, biraz daha yürüyüşümüze devam ettik. Artık eve dönme vakti gelmişti. Vapurumuzu beklerken, hava da biraz bozulunca, türk kahvelerimizi içtik.


Ve bir dahaki sefere, tekrar görüşmek dileğiyle.. Gezilecek, görülecek yerler bitmedi.


Hoşçakal Burgazada












3 yorum:

  1. Çok güzel bir gezi gibi görünüyor ben de geçen hafta Adalar'daydım sanki bi an İstanbul'da değilmişim gibi hissettirmesine bayılıyorum:)

    YanıtlaSil
  2. İstanbul' dan 1 saat uzaklıkta olmamıza rağmen bambaşka bir diyardaymışız hissi güzel oluyor.. Kafa dinliyor, denizi seyrediyor, temiz havaya doyuyoruz. Bir sonraki durak Büyükada :)
    23 Nisan Kilise açılışı var ama inanılmaz yoğun oluyor..

    YanıtlaSil
  3. Vayy bayıldım Burgaz adaya :) Büyük adaya gitme şansım oldu çok beğenmiştim, burayı da ıskalamamak lazım sanırım. Sen de benimkini okumak istersen;
    http://www.yollardahayatvar.com/2013/04/buyukada-ben-geldim.html

    YanıtlaSil